Banner

Bir Zamanlar Radyoda Hayat Vardı

 



Bazı sesler vardır, geçmişin tozlu raflarından yankılanır; bir düğmenin çevrilmesiyle başlayan o hışırtı, sonra usul usul gelen bir ses. İşte o an, evin içi bambaşka bir dünyaya dönüşürdü.

Radyonun altın çağıydı. Ne ekranın göz alıcılığı vardı ne de sosyal medyanın bitmek bilmeyen akışı. Ama sesin sihriyle her şey mümkündü. Bir tiyatro sahnesi, bir müzik ziyafeti, bazen de uzak bir kasabadan gelen bir mektubun sıcaklığı... Radyolar sadece haber vermezdi, hayal kurdururdu. Akşamları ailece soba başında toplanılır, “Arkası Yarın” başlardı. Her karakterin sesiyle özdeşleşir, hikâyenin içine düşer gibi olurduk. Olayları gözümüzde canlandırmak, eksik kalan detayları hayal gücümüzle tamamlamak bize düşerdi.

Radyo, yavaşlığın, sabrın ve dikkatin öğreticisiydi. Düğün davetiyeleri, ilanlar, hatta kayıp eşyalar bile radyodan duyurulurdu. Yükselen bir türkü, memleket hasretini biraz olsun dindirirdi. Gurbetçiler mektup gönderir, sesini duyuramayanlar radyodan seslenirdi sevdiklerine. Ses, sadece kulaktan girmezdi o zamanlar; kalbe dokunurdu, insanın içine işlerdi.

Bugün dijital dünyanın girdabında kaybolmuşken, o zamanların dinginliğini özlememek elde değil. Radyo, her şeyden önce insaniydi. Yalın, sıcak, içten… Belki ekranda bir yüz göremezdiniz, ama bir sesle tanıdık hissederdiniz anlatanı. Çünkü radyo anlatmazdı sadece, yaşatırdı.

Bugün eski bir radyonun yanından geçerken durup dinlemek isterseniz, bir an için bile olsa kulağınızı o geçmişe verin. Belki bir ses tanıdık gelir. Belki bir türkü başlar ansızın. Belki de sadece bir hışırtı... ama o bile sizi yıllar öncesine götürmeye yeter.

Radyolar susmadı aslında. Biz başka seslere kulak verdik. Ama hâlâ oradalar... Hâlâ anlatıyorlar, hâlâ bekliyorlar. Belki bir gün tekrar döneriz o sade ve samimi günlere. Kim bilir, belki de en çok ihtiyacımız olan şey tam da budur: sadece bir sesin eşliğinde, sessizce dinlemek.

Yorum Gönder

0 Yorumlar